İhracatın yolu KOSGEB’in vereceği destekten geçer
Türkiye’nin en büyük kobi merkezi olan PERPA’nın Yönetim Kurulu Başkanı Mithat Yümlü, Türkiye’nin büyümesi ve ihracatını arttırabilmesi için KOSGEB’in kobilere sektörel ve bölgesel bazda teşvik vermesi gerektiğini söyledi.
MEHMET SAFA CANAT - HASAN CANAT / İSTANBUL

Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Mithat Yümlü. 1947 Siirt doğumluyum. Kimya mühendisiyim. Ford traktörü yapan fabrika zirai donatımda 2 yıl, Habaş Tıbbi ve Sanayi Gazlarda üç yıl çalıştım. Devlette 2 yıl, özel sektörde 3 yıl fabrika müdürlüğü yaptıktan sonra Perşembe Pazarında 15 m2’lik bir dükkanla müdürlükten hamallığa soyunduk ve kendi işimizi kurduk. Babam tüccar olduğu için ticaretin inceliklerini öğrendim.

MANAVGAT SUYU İSTANBUL’A KADAR GETİRİLMELİDİR

İstanbul’daki sorunların çözüme kavuşması için neler söylemek istersiniz?

1984 yılındaki yerel yönetimin İstanbul’un trafik sorununu çözmek için bir takım yıkımlar yapması gerekiyordu. Haliç ve etrafından başladı. O günleri hatırlayacak olursak; İstanbul’un trafik, hava kirliliği ve su sorunundan bahsediliyordu. Hava kirliliği sorunu doğalgazla bitti. Su da birtakım barajlar ve taşınan sularla kısmen halledildi. Fakat hala hazırda su sorununu temelden çözülmüş olarak kabul etmiyorum. Bunun çözümü de Manavgat suyunun bugünkü petrol boru hatları gibi Anadolu’yu gezerek İstanbul’a kadar getirilmesi gerekir. Gerektiğinde eğer yağışlarda fazlası varsa, Konya ovasına hatta Tuz Gölü’ne akıtılmalıdır. İzmir, Adapazarı, Ankara dâhil olmak üzere her tarafa bu suyu taşımak mecburiyetinde kalınacaktır. Bugün bunu söylüyorum 10 sene sonra görüşeceğiz. İklim değişikliğinde karasal iklime geçildiğinde sizin denize dökülecek bir damla suyunuz olamaz. İçme suyu kalitesindeki Manavgat Suyu İstanbul’a gelmelidir. Büyüyen bir İstanbul var. İstanbul, önümüzdeki 10 yıl içerisinde dünyanın ilk 5 metropol şehri içerisine girecektir. Geleceği 16 milyonluk Şanghay’dır. Bu büyümeyi de İstanbul’da görüyoruz. Türkiye’nin yüzde 20’si İstanbul’da yaşayacaktır. Bu nedenle bugün için görülmese bile uzun vadede baktığımızda su sorunu çözülmüş değil. Ulaşım sorunu hala devam etmektedir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş Bey’in döneminde toplu ulaşım adına ciddi projeler yapılmıştır. En önemlisi E5’in ortasından geçen Metrobüs olayıdır. Yapılacak olan tüneller inanılmaz bir ulaşım kolaylığı sağlayacaktır. Bütün planlamalarda ya yuvarlak ring sistemi ya da kare sistemi kullanılacak. Yuvarlak ring sistemi boğazdan ve Marmara’dan dolayı kendini tamamlayamaz. Ancak Avrupa yakasına bakacak olursak diklemesine yollar var. Mesela Eminönü, Yenikapı’dan başlayıp Sarıyer’e giden bir sahil yolumuz. Taksim, E5 ve TEM yolu var. Peki bunları diklemesine bağlayan yol var mı? Yok. TEM’den gelen bir insan Kasımpaşa’ya kadar inip tekrar bir U çizip Taksim’e öyle çıkıyordu. Bu tünelle direk gidebiliyor. Tabii ulaşım sorununun çözülebilmesi için toplu ulaşıma önem verilmesi gerekiyor. Maalesef Türkiye’nin geçmişten gelen bir sıkıntısıdır. Bundan 30 yıl önce raylı sistemlere geçilmeliydi. Bugün İstanbul’un 550 km. raylı sisteme ihtiyacı vardır. Bu raylı sistemin tutarı takriben 25 milyar dolardır. 25 milyar doları 2-3 senede harcayamazsınız. Fakat devletin toplu ulaşım için yılda 3 milyar dolar ayırması gerekir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesi ile bunu yapmak mümkün değildir. Bu devlet politikasıdır ve bir hükümet politikası olmalıdır. Niye İstanbul’a yapmalıyız? Anadolu’ya da yapalım. Fakat eğer Türkiye’nin imajı İstanbul ise ve İstanbul turizm merkezi, finans merkezi yapılacaksa bu konuyu önemsemek gerekir. Bu paraları kazanabilirsiniz. Türkiye turizminin yüzde 25’i İstanbul’a gelmektedir. İstanbul ne zaman Londra ve Paris gibi 70 milyon turist kabul ederse o zaman İstanbul bacası olmayan sanayinin merkezi olmuş olur. Ona doğru gitmek için ulaşım sorunu bir an evvel halledilmelidir.

PERPA, DÜNYANIN EN BÜYÜK MONO BLOK BİNASIDIR

Bize biraz da PERPA’yı anlatabilir misiniz? PERPA nasıl oluştu? Bugünlere nasıl geldi?

1984’lü yıllarda Haliç’in etrafı yıkılırken benim işyerim de Haliç’in kenarındaydı. İlk yıkılan 9 dükkanın sahibi PERPA’yı kurmuştur. O günkü belediye başkanı Bedrettin Dalan Bey’di. ‘Kooperatifleşip gelin. size arsa tahsis edeceğim’ dedi. Biz de o dönemde kooperatifleştik. Fakat çoğumuz ithalatçı olduğumuz için o günkü şartlarda Galata’daki bankaların belirli şubeleri kambiyo işlemleri yapıyordu. O yüzden İkitelli’ye gitmek istemedik. Burayı bulduk. Yüzde 55’i bizim, yüzde 45’i İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin olmak üzere kat karşılığı bir anlaşmayla bu arsayı aldık. Rekor bir zamanda devletten hiçbir destek ve kredi almadan 33 ayda bitirdik. Dünyanın en büyük mono blok binası olan PERPA, oturma alanı 45 bin m² , 4 bin 500 işyeri, 30 km. yol ve toplam kapalı alanı ise 669 bin m²’dir. Tabii Türkiye’de bu gibi kapalı çarşılar kat sistemi değil, yol ve dükkân sistemi ile yapılmıştır. PERPA, kapalı bina olması sebebiyle İkitelli’deki binalardan farklı bir çarşı olmuştur. İçerisine araç girmektedir. Bu nedenle perakende alışverişi bünyesinde barındırabilmiştir. İkitelli’deki çarşılara baktığımızda perakende alışveriş yapmak çok güçtür ve yürüyerek bile o çarşıyı gezmek mümkün değildir. Belirli bir süre buraya insanları getirmek çok güç olmuştur. Dünyanın en büyük mono blok binası boş kalma süreci geçirdi, bu konuda epey çabalarımız oldu. Diğer İkitelli’deki iş merkezleri ile aynı dönemde başlamamıza rağmen biz 33 ayda binayı bitirdik. Onlar ise bizden 10 sene sonra bitirdiler ve doluluk oranımıza baktığımız zaman onlardan çok öndeyiz. Bugün yüzde 90’lar seviyesinde bir doluluk oranı var. Otoparkımıza günde 12.000 civarında araç giriş-çıkış yapmaktadır. En önemlisi 22.000 kişiye istihdam sağlamışız. 22.000 kişi buraya işe geliyor. Bu önemli bir rakamdır. 4.000 civarında firma var ve günde 35-40 bin arasında ziyaretçimiz var. PERPA’nın en önemli hususiyeti ulaşım açısından İstanbul’un en merkezi yerinde olmasıdır. Okmeydanı TEM ve E5‘in kesiştiği yegane noktalardan biridir. Yani 500 metre sonra İstanbul’un şehirlerarası ve uluslararası ana halterlerine çıkabiliyoruz, yeni yapılan tünelle de 3 km. sonra şehrin göbeği olan Taksim’e ulaşabiliyoruz. PERPA bugün hedefine ulaşmıştır. PERPA’da yaşamaya alışmış bir işadamı dışarıda artık mutlu olamıyor. Nedenine gelince burada 12 tane banka, noter ve ticari sicilimiz var. Bütün ihtiyaçlarını bu çatı altında karşılama olanağı var. Kışın yağmur-kar demeden, yazın güneşin altında kalmadan firmaları rahatlıkla gezebilmektedir. Kışın eğer siz kapalı bir otoparktan aracınıza binmişseniz, burada hiç ayağınız ıslanmadan kendi bloğunuza geçebilirsiniz. Tabii Perşembe pazarında gelmeyen arkadaşlarımız da var. Buna rağmen elektrik, elektronik ve hırdavatçı burada yapılanmıştır. Artık dışardan Perşembe pazarlı gelsin diye problemimiz yok. Hatta şu anda otoparklarımız kâfi gelmemektedir. Tabii biz bu binayı yaparken yapmadığımız fakat proje içerisinde olan PERPA’nın şu anda açık otopark olarak kullandığımız yerde 5 bina daha projemiz vardı. Fakat o günkü şartlar onları yapmaya müsait olmadığı için sadece bu binayı yaptık. Biz burayı yüzde 45 hisse ile belediyeye verdik. Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey döneminde elektrikçilere çok iyi fiyata satıldı. Böylece elektrikçi, hırdavatçı ve makineci topluluğu burada da birlikte çalışma imkânı buldu. O kompleksi baştan revize ederek 22 katlık 5 bina yerine projeyi yükselen 4 tane bina şekliyle yapılandırdık. Bu da bize şu avantajı getirdi. Hem PERPA’nın önünü fazla kapatmamış olduk, hem de İstanbul’da boğazı görmek bir değerdir, projemize bu değeri de kazandırmış olduk. Projede bir otel, bir ofis blok’u, 2 tane de residence var ve altlarında da 67 bin m²’lik alışveriş merkezi var. Dünyanın her yerinde oteller merkeze yakınlığı ile değer kazanırlar. Şehrin dışına çıktıkça fiyatlar düşer. İstanbul Adliye Sarayı’nın Çağlayan’da yapılmasından dolayı ofis katlarının değeri artmıştır. PERPA’nın içerisinde de kendi üyelerimiz arasında bu ofis katlarına ihtiyaç duyan arkadaşlarımız var. Dolayısı ile bu ofis katları da çok çabuk değerlenecektir. İstanbul malum ulaşımından dolayı herkes işyerine yakın yerde oturmak ister. Hem şehrin merkezinde, hem de işyerine yakın yerde oturmak isteyeceklerdir. Metro önünden geçmekte olduğu için çalışanlar da, ziyaretçiler de rahat ulaşabilecek. Sadece Çağlayan’daki Adliye Sarayı değil Bakırköy’deki Adliye Sarayı da bize 8 km. uzaklıktadır. İstihdam fazlalaşacaktır. Buraya 30-40 bin kişinin gelmesi demek, çalışanı ile birlikte 60 bin kişi demektir. Bu rakamı AVM’ler hafta sonu zor buluyor. Biz bunu haftaiçi sağlayacağız. PERPA’da nasıl AVM’lerin yanına teknik marketler kuruluyorsa bu AVM’nin de teknik marketi olacaktır. Perakende satış artacak ve insanlar teknik marketlerden satın aldığı aletleri buradan 3’te bir fiyatına satın alabilecekler. PERPA, bugün Türkiye’nin en büyük kobi merkezidir. Çünkü burada ağırlıklı olarak küçük ve orta boylu işletmeler bulunmaktadır. Üretimleri İstanbul dışında hatta Anadolu’da olup şirketlerin burada ofisleri, showroomları ve merkezleri var. Büyüyenler de sığmamaya başlıyor ve ondan sonra şehrin dışarısında bina alıyor. PERPA denilince gerçek manada kobi aklımıza geliyor. Kobi ile alakalı ne bilgi alacaksanız bana göre bunun etüdü en iyi PERPA’da yapılır. PERPA’da firmaların yüzde 80’i kobidir. Tabii üreticimiz, ihracatçımız ve ithalatçımız da var.

DEVLET SANAYİ ENVANTERİNİ ÇIKARMALI

Devletten beklentileriniz nelerdir?

Bütün dünyada olduğu gibi siz kobilerinizi büyütebilirseniz ekonominiz büyür. PERPA’dan ne kadar büyüyerek çıkan firma olursa, o zaman Türkiye’nin ekonomisi iyiye gider. Bugün Japonya ekonomisine baktığımız zaman kobilerin büyümesiyle holdingler oluşmuştur. Sizin eğer 500 dış ticaret firmanız varsa bunu 5 katına çıkardığınız zaman Türkiye’nin ekonomisi ve ihracatı büyür. İstihdama bakıldığında ve vergilere bakıldığında yine kobiler önde gelmektedir. O halde Türkiye’nin büyümesi ve ihracatını arttırabilmesi için kobilere çok büyük önem vermesi gerekir. Tabii bütün ülkelerin sorunu üretimdir. Ürününüz varsa ihracat yapabilirsiniz. Üretiminiz yoksa, ihraç etmek ancak komisyonculuk olur. Türkiye’de son 15-20 yıldır üretim artışı göremiyoruz. İthalat ile ihracat arasındaki fark bundan doğuyor. Genelde ham maddeyi ve ara ürünü ithal ederseniz onun üzerine az bir katma değer koyarak satmış oluyorsunuz. Yani deri çanta yapmak için deri ithal ediyorsanız, ana ham maddeyi dışarıdan ithal ediyorsanız yüzde 50’nizi dışarıda bırakıp üretim yapan ülkelere katkınız oluyor. Bu nedenle üretime önem vermeniz lazım. Bunun da olabilmesi için kobilerin iyi incelenip iyi teşvikler verilmesi gerekiyor. Gelişigüzel teşvik verilmemeli, yani teşvik sektörel ve bölgesel bazda olmalıdır. Örneğin; Elazığ’da pembe ve yeşil mermer çıkıyorsa öncelikle o mermeri yapan insanlara teşvik vermelisiniz. Sanayi ya ham maddenin ya da pazarın olduğu yere kurulur. Adapazarı’nda, Bursa’da bu kadar sanayi varsa tek nedeni pazara yakın olmasıdır. Eğer Anadolu’ya teşvik ve üretimi götürecek isek o zaman sektörel ve bölgesel yapılmalıdır. Mısıra neden tekstilci yatırım yapıyor da Van’a yapmıyor. Tabii Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin ayrı bir durumu var. Fakat ilk önce zarar etse de devlet oraya yatırım yapıp fabrika kurması lazım. Diğer bir sorun bir envanterin olmamasıdır. Yani kim ne üretiyor, bilmiyoruz. Devlet sanayi envanterini çıkarmalı ve planlama yapmalıdır. Aynı hata tarımda var. Tarımın da bir envanteri yok. Mesela diyeceksiniz ki Adapazarı patates, soğan, Konya da buğdayı ekecek diyeceksiniz. Adapazarı’nda buğday ekene tarım desteği vermeyeceksiniz ve patates soğanla alakalı sanayiyi yani tarla fabrikacılığını tarlanın yanına kurmalıyız. Karacabey’de yetişen bir domatesi Çanakkale’ye salça fabrikasına götürmeye kalkarsanız, onun yolda suyu gider posası kalır. Fabrika mutlaka ürün bazında tarlaların yanına kurulmalıdır. Bu bir entegredir. Üstelik bu kaynak meselesi değil. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın binlerce çalışanı var ve envanter çıkarmalıdır. Envanteri olmayan hiçbir şeyin planı yapılmaz. O yüzden her kurum envanterini çıkarmalıdır. Kobilere bu şekilde destek verilmelidir. Tabii ürününüz varsa ihracat yaparsınız, haliyle taleple birlikte kapasitenizi büyütürsünüz. Türkiye’de talebi arttırmak için kobilere diyoruz ki ‘Git fuara katıl, üretim yap, ihracat yap. Sana KOSGEB’ten kredi vereceğim’. Siz o küçücük firmayı Rusya’ya, Almanya’ya gönderirseniz global sermaye karşısında ne rekabet yapabilir ki, orada ezilir. Biz de diyoruz ki PERPA gibi üst yönetimlere de KOSGEB destek vermelidir. Ben devlete gideceğim ve ‘PERPA olarak Moskova’da Türk İş Merkezi kuracağım’ diyip ürünü müşterinin ayağına götüreceğim. Yani KOSGEB bu krediyi çatı firmalarına vermiyor. Bize devlet sadece belediyeden arsayı alsın. Biz orada kendi binamızı kurup 500 tane firma kuralım. Bütün kobilerde o çatı altında toplanır, Türk ihracatı gelişir. Üst yönetim güvenliği sağlar, gümrük ve vergi mevzuatını öğretir, personelini eğitir. Paranız da olsa oradaki devlet erkânı ile muhatap oluyorsunuz En önemlisi orada markalaşmayı getiririz. Yurtdışından tekstil markaları gelip yerli markalardan daha çok ürün satıyorsa, biz de gidip orada daha iyi iş yaparız. Çünkü bizim stilimiz var, moda anlayışımız var.

EKONOMİK KRİZ TÜRKİYE’DEKİ ÜRETİMİ AZALTTI

Ekonomik kriz ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Bugünkü global krizi ben Amerika’nın krizi olarak değerlendiriyorum. Türkiye’deki krizler lokaldi. Üretimimiz ve ihracatımız devam ediyordu, dahili satışlarımız azalıyordu fakat ihracat devam ediyordu. Dolayısıyla üretim bugünkü kadar etkilenmiyordu. Ama kriz uluslararası olunca ihracatımız azalmaya başladı. Bununla birlikte işsizlik başlayıp dâhildeki satışlarda azalmaya başladı. Bu kriz dünya krizidir. Ben 5 sene daha devam edeceğini düşünüyorum. Zamanla derecesi azalabilir. Çünkü bu krizle global ekonominin bir takım ana iskeletleri yıkıldı. Sistemde bir bozukluk oldu. Sistem yıkıldı ve yeni sistem oluşmaktadır. Dünyaya baktığımız zaman bazı devletler, bazı şirketler eliyle dünyayı dolandırdılar. Dünyanın diğer ülkelerindeki yatırımlarını şirketleri batırmak suretiyle paralarına el koydular. Türkiye bundan diğer ülkelere nazaran daha az zarar gördüyse 1994 ve 2000 krizlerinde bankacılık mali sektörümüzü kuvvetlendirdiğimiz için ayakta kaldık. Fakat biz mali sektörde ayakta kaldık, üretim bazında gerilemekteyiz. Türkiye bu krizi daha pahalıya da ödeyebilirdi. Ben krizin çıkış noktasıyla bitiş noktasını 10 yıl olarak ön görmüştüm. Türkiye ithalat ile ihracat arasındaki cari açığını kapatmadığı sürece her zaman paraya ve finansmana ihtiyacı olacak. Yabancı sermayeye muhtaç olacaksınız. Yabancıya muhtaç olduğunuzda aldığınız her paranın siyasi ödünü söz konusu olabilir. Batı sizi bu kadar borçlandırdıktan sonra sizi ekonominizle savaşmadan yok ediyor. Bu borçları kapatmanın tek yolu üretimimizi arttırarak ihracat yaparak olur. Her sektörde birinci olacağım diye bir şey yok Türkiye kendisine 10 sektör seçip bu 10 sektörde dünya birincisi olup dünya fiyatlarını kendisi tayin etmelidir. Bunlardan bir tanesi şişe camdır. Dünyada ilk 5 arasındayız. Devlet destek vermelidir. En büyüğü olursanız fiyatları siz tayin edersiniz. Bu sektörlerden bir tanesi de mermerdir. Dünya mermer rezervlerinin yüzde 60’ı Türkiye’dedir. İleride tartışılacak bir konu da şudur. Tarım ürünlerinde değişiklik yapılmalıdır. Kivi gibi şu anda buğdaydan daha iyi para kazandırıyor. İthal ediyorduk, şimdi ihraç ediyoruz. Diğer bir ürün kaparidir. Dünyanın en iyi kaparisi İspanya’da ve Türkiye’de yetişir. Suya da ihtiyacı yoktur. Dünya potansiyeli 30 milyar dolardır. İspanya 15 milyar dolar kapari ihracatı yapıyor. Türkiye ise 12 milyon dolar kapari ihracatı yapıyor. Onun fabrikasını kurana yüzde 80 civarında teşvik verilmelidir. Türk halkı kiviye alıştı, fakat kapari yemiyor. Bu nedenle ihracata yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Bu şekilde kapariden demiyorum, 15 milyar dolara ulaşalım. Otomotiv yan sanayi ihracat miktarı 6-7 milyar dolardır. Kaparide de bu rakamlara ulaşılabilir.